Paylaş
Türkiye’nin toplumsal düzenine dönük ciddi sonuçlar yaratmaya devam eden, bu bağlamda iç politika ile dış politika alanlarının karmaşık bir şekilde iç içe geçtiği çok bilinmeyenli son derece zor bir denklemle karşı karşıyayız.
Ve ilk bakışta, kısa dönemde kapsamlı bir siyasi çözüm perspektifi de ufukta görünmüyor Suriye krizine.
Ülkenin meşru devlet otoritesi olarak Esad rejiminin yanı sıra Türkiye, Rusya, ABD, İran gibi birçok güç merkezinin sahadaki varlıklarıyla doğrudan içinde yer aldıkları bir denklem bu.
Bunlara ek olarak, bir bölümü terörist kategorisinde görülen, bir bölümü muhalefet statüsünde kabul edilen ancak hepsi elinde silah tutan sayısız aktörün de kontrollü-
kontrolsüz sahada dolaştığı, dünyanın muhtemelen en zor jeopolitiğinden söz ediyoruz.
*
Türkiye açısından bakıldığında iki temel öncelik karşımıza çıkıyor.
Birincisi, Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönüşlerinin sağlanması artık yakıcı bir mesele haline gelmiş bulunuyor.
İkinci olarak, PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan YPG/PYD’nin ana omurgasını oluşturduğu bir özerk yönetim yapısının, ABD’nin himayesi altında bu ülkenin üçte birinde alan hâkimiyeti kazanması da konunun Türkiye açısından terör ve güvenlik boyutunu ön plana çıkartıyor.
Bütün bu başlıklarda ilerleme sağlanabilmesi aslında Suriye sorununun çözümünde bir hareketliliğin ortaya çıkmasına bağlıdır. Kuşkusuz, kapsamlı bir çözüm sürecine girilmesi, Suriye sınırının yüzde 63’ünü “ileriden kontrol altına almış” olan Türkiye’nin Suriye topraklarından çekilmesi konusunu da gündeme getirecektir.
*
Geçmişte, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki askeri gücünü çekmesi başlığı gündeme geldiğinde, Türk makamları her seferinde Suriye’den kaynaklanan güvenlik kaygıları giderilmediği sürece bir çekilmenin söz konusu olmayacağını vurgulamıştır.
Türkiye, Kuzey Suriye’de PKK doğrultusundaki bir siyasi yapılanmanın ‘sınır komşusu’ olarak hemen karşısına yerleşmesini önlemek amacıyla geride bıraktığımız yıllarda sınırın karşı tarafında bir dizi güvenlik bölgesi tesis etmiştir. Resmi söylemle, böylelikle “terör koridorunun ortadan kaldırılmasını” sağlamıştır.
Türkiye bu harekât bölgelerinden çıkışını, Suriye sorununa seçimlerin yapılmasını da içerecek şekilde siyasi bir çözümün bulunması koşuluna bağlamıştır.
*
Bu konuda yakın zamandaki en kapsamlı açıklamalardan biri Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler tarafından aralarında arkadaşımız Fatih Çekirge’nin de bulunduğu bir grup gazeteciye yapılmıştır. “Hangi durumda Suriye’den çekiliriz?” sorusu karşısında Hürriyet’te, 1 Haziran’da yayımlanan beyanında şunları söylüyor Güler:
“Amacımız, Suriye’de 2254 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı temelinde siyasi bir çözüme ulaşılmasıdır...Kapsayıcı bir anayasanın kabulü, serbest seçimlerin yapılması, kapsamlı bir normalleşme ve güvenlik ortamının sağlanması konusunda elimizden gelen desteği vermeye hazırız ve ancak bunlar yapıldıktan ve sınırlarımızın güvenliği tam olarak sağlandıktan sonra gerekirse çekilmeyi düşünebiliriz.”
Güler, daha önce, 2 Mayıs tarihinde aynı konuda CNN Türk’te Hakan Çelik’e de şöyle konuşmuştur:
“Suriye rejiminden beklentilerimiz var. Anayasayı kabul edecek, serbest seçimler yapılacak. Orada kim kazanırsa biz ona saygı göstereceğiz. Bir müddet sonra gerekirse biz buradan çıkacağız. O da rejim olarak kendi ülkesindeki güvenliği sağlayacak. Tutumumuz bu...”
Milli Savunma Bakanı’nın her iki açıklamada da “gerekirse...” diyerek kapıyı açık bıraktığı da not edilmelidir.
*
Görüleceği gibi, Türkiye’nin Suriye karşısındaki resmi söyleminin ana çerçevesini BM Güvenlik Konseyi’nin 18 Aralık 2015 tarihinde kabul ettiği 2254 sayılı kararının uygulanması oluşturuyor. O tarihte ABD ve Rusya’nın da üzerinde görüş birliğine vardıkları bu karar, kapsamlı bir çözümü amaçlayan bir dizi parametreyi tanımlıyor.
Buna göre, Suriye’deki rejimle muhalefet temsilcilerinin BM gözetiminde Anayasa Komitesi’nde bir araya gelmeleriyle yeni bir anayasa hazırlanacak, ardından bu anayasa çerçevesinde hür ve adil bir şekilde yapılacak seçimlere gidilecektir.
Ve sandıktan çıkan sonuç çerçevesinde ümit edilen mutlu sona ulaşılacaktır Suriye’de.
Gelgelelim işler ümit edildiği gibi gitmemiştir. Türkiye ve Rusya’nın da oluşturulmasına katkıda bulundukları Anayasa Komitesi, 30 Ekim 2019 tarihinde çalışmalarına başlamış olsa da geçen süre zarfında bu zeminde yeni bir anayasanın hazırlanması yönünde hiçbir anlamlı ilerleme sağlanamamıştır.
Girdiği son derece kanlı bir iç savaştan galip çıkan Suriye Devlet Başkanı Esad, geldiği noktada aldığı bütün hasara ve içeride yaşadığı bütün zorluklara karşılık koruduğu iktidarını muhalif gruplar ile paylaşmaktan uzak durmaktadır. Özellikle Arap Birliği’ne dönüşünü geçen yıl gerçekleştirdikten sonra zamanın kendi iktidarının lehine işlediğini düşünüyor olmalıdır.
*
2015 yılında kabul edilen BM kararının ardından neredeyse 10 yıl geçmesine karşılık, BM öncülüğündeki çözüm çabaları hiçbir sonuç getirmemiştir. Bu süre zarfında Suriye’nin parçalı bir ülke görüntüsü giderek yerleşik hale gelmiştir.
Söz konusu parçalı Suriye tablosunda, Rusya ve İran’ın sahada hatırı sayılır bir askeri güce sahip olduğu, Türkiye’nin de kuzeyde dört ayrı harekât bölgesinde askeri güç bulundurduğu, Fırat’ın doğusunda ülkenin yaklaşık üçte birine yayılan bir alanda ABD’nin güdümünde PKK’nın uzantısı bir özerk yapının şekillendiği ve merkezi otorite olarak Esad rejiminin kendisine kalan alanda egemenliğini icra ettiği bir güç dağılımı görüyoruz.
Özetle, Suriye farklı nüfuz bölgelerinin bulunduğu bir coğrafyaya sahip bugün.
*
Sonuçta, BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı bir ‘iyi niyetli dilekler metni’ halinde boşlukta kalırken, çok özet olarak çizdiğimiz bu tablo Suriye’de iç savaşın sonlanmasından sonra girilen ara dönemin statükosu olarak büyük ölçüde yerleşmiştir. Bu ara dönemin ne kadar süreceğini kestiremiyoruz. Çok uzun bir zamana da yayılabilir.
Bu çerçevede Türkiye’nin Suriye’den çıkışı için BM’nin 2254 sayılı kararına dayanarak ortaya koyduğu koşulların yakın zamanda karşılanacağını beklemek kabul edelim ki pek gerçekçi görünmüyor.
Bugün kilitlenmiş halde duran ara dönem statükosu, ancak sahadaki güç dengesini sarsacak çok majör bir değişikliğin yaşanması halinde kırılabilir.
*
Önümüzdeki kasım ayında yapılacak olan ABD Başkanlık seçimleri böyle bir kırılma yaratabilir. Seçimi Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın kazanması, Suriye’de gerçek anlamda bir sarsıntıyı davet edebilir.
Bunun nedeni, Trump’ın önceki başkanlığı döneminde 2019 yılında ABD askerlerini Suriye’den çekmek için iki kez ciddi hamle yapmış olmasıdır. Trump, her iki denemesinde de bir ucunda ABD devletinin güvenlik aygıtı, diğer ucunda Kongre’nin yer aldığı ülkenin ‘müesses nizamı’nın aktörleri tarafından durdurulmuştu.
Buna karşılık, Trump’ın seçimi kazanması halinde bu kez Suriye’den çıkma niyetlerini hayata geçirmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Bu durumda Fırat’ın doğusunda ABD’nin himayesinde varlığını sürdüren PKK/YPG/PYD çizgisindeki “Özerk Yönetim”in akıbeti en önemli soruyu oluşturacaktır.
*
Bugün Rusya’nın arabuluculuğu üzerinden Türkiye ile Esad rejimi arasında normalleşme yönünde bir hareketliliğin uç vermiş olması, önümüzdeki kasım ayından sonra ABD cephesinde ortaya çıkabilecek bir hareketlilik öncesinde pozisyon alma çabası olarak da değerlendirilebilir.
Bir ihtimal daha var. ABD’deki seçimden önce sürpriz bir şekilde Ankara ile Şam arasında diyalog ve uzlaşı yönünde kapının bir miktar aralanması bile Suriye’de çok ciddi bir ‘oyun değiştirici’ işlevi görebilir.
Paylaş